Anasayfa » İSLAM ANSİKLOPEDİSİ » Cami Ve Caminin Bölümleri

Cami Ve Caminin Bölümleri

CAMİİ’ LERDE KULLANILAN

MİNBER
MİHRAP
VAAZ  KÜRSÜSÜ
MAHFiL
RABLE
ALEM
CAMİİ  KAPISI
KUBBE
MAHYA
UYGULAMALARI

sultanahmet cami
sultanahmet cami

Minber nedir…?

Camilerde İmamların cuma ve bayram hutbesi okudukları basamaklı yüksekçe yerdir. Sözlükte “yüksek yer” anlamına gelen minber ıstılahta camilerde imamların Cuma ve bayram hutbelerini okudukları basamakla çıkılan yüksek yerlere denir. Peygamberimiz (a.s.) önceleri hurma kütüğü üzerine çıkarak hutbe okumuş daha sonra minber yapılmıştır. Her caminin bir minberi vardır. Camilerimizde ağaçtan taştan ve mermerden yapılmış çeşitli şekillerde süslenmiş ve tezyin edilmiş muhteşem birer SANATeseri niteliğinde minberler bulunmaktadır. Hadislerde bu kelime cennette kurulacak tahtlar anlamında da kullanılmıştır. Allah için birbirlerini sevenlerin adil olanların ve cömertlerin nurdan minberler üzerinde oturacakları bildirilmiştir

MİNBER NEDİR

Minber’in tarihi

Hz. Peygamber’in Medine’de inşa ettirdiği Mescid-i Nebevi’de, önceleri bir minber bulunmuyordu. Cemaatin çoğalması nedeniyle Hz. Peygamber (s.a.s)’in ders ve hutbelerinin daha rahat duyulabilmesi için, Hicretten yedi yıl kadar sonra ilk minber yapıldı. Hz. Peygamber o zamana kadar bir hurma kütüğüne yaslanarak ve kerpiçten yapılmış bir set üzerine çıkararak hitap ediyordu.

İlk minber Hz. Peygamber’in ashabıyla istişaresinden sonra isteği üzerine bir kadının marangoz olan kölesi tarafından yapılmıştır. Ustanın adıyla ilgili farklı rivayetlerden, minber yapımıyla bir kaç kişinin ilgilendiği anlaşılmaktadır. Ahşap olan ilk minber, Medine’den Şam tarafına doğru dokuz millik bir mesafede bulunan ormandan kesilen ılgın ağacından yapıldı. Minber iki basamak ve üst tarafında bir oturma yerinden ibaretti. Mescidde yerine konulup, Allah Rasulünün üzerine ilk çıkışında, daha önce yaslanarak hitap ettiği hurma kütüğünden bazı inilti sesleri duyuldu. Hz. Peygamber hurma kütüğünü eliyle okşayınca inleme sesi kesildi. Bu olay, Ashabın huzurunda cereyan ettiği için pek çok kimse tarafından rivayet edilmiştir. Hatta bu konu ile ilgili hadislerin tevatür derecesine ulaştığı öne sürülmüştür.

Hz. Peygamber vefat edince ilk halife Hz. Ebu Bekir (r.a.) edebinden dolayı minberin ikinci basamağında, Hz. Ömer (r.a.) de ilk basamağında hutbe okumuşlardır. Hz Osman (r.a) ise üçüncü basamağa kadar çıktı. Çünkü o da bir basamak inseydi yerde hitap etmesi gerekecekti. Bu ise sünnete aykırı olurdu. Minber’in kapısına ilk perde astıranın da o olduğu rivayet edilir.

Hz. Peygamber’in minberi hicri kırk dokuz tarihine kadar daha önceki hali üzere kalmıştır. Muaviye b. Ebi Süfyan Sultan olunca siyasi nüfuz ve gücünü arttırmak için minberi Şam’a nakletmek istedi. Bunun için Medine valisi Mervan b. el-Hakem’e mektup gönderdi. Ancak minber sökülmeye teşebbüs edildiği sırada güneş tutuldu. Medine ufuklarının kararmasını manevi bir işaret olarak kabul eden Mervan, düşüncesinden vazgeçti. Minberin alt kısmına altı basamak daha ilave ettirerek, basamak sayısını dokuza çıkardı. Mervan, cemaat çoğaldığı için bu yola başvurmuştu.

Minber bu şekliyle 654/1256 yılındaki yangına kadar devam etti. Mermerden olan Mescid-i Nebevi’nin son minberi Osmanlı Sultanı III. Murad tarafından yaptırılmıştır.

Mescid-i Nebevi’de müslümanların en fazla rağbet ettikleri yer Minber’le Hz. Peygamber’in kabri arasıdır. Çünkü Hz. Peygamber burasını Cennet’ten bir bahçe olarak nitelendirmiştir (İbn Sa’d, I, 253). Bazı hadislerde ise minberin Havz’ın üzerinde olduğu ve cennet kapılarından biri bulunduğu bildirilmektedir.

Hz. Peygamber’in hayatında bir ilim kürsüsü, bir idare makamı özelliği olan minber, ondan sonra hutbeler dışında halifelerin üzerinde bey’at aldıkları ve göreve başlarken çıkmayı mutad hale getirdikleri bir yer olarak fonksiyonunu sürdürmüştür. Hakimiyetin sembolü haline gelen minber, valilerin göreve başlarken ve ondan ayrılırken çıktıkları hükümdarın temsilcisi olarak oturdukları bir makamdı. İlk asırlarda valiler ellerinde asa ile ayakta hutbe okurlardı. Mescidlerin kazai fonksiyonları da, genellikle minber yanında gerçekleşiyordu. Hz. Peygamber (s.a.s)’in minberi yanında yalan söylenemeyeceği ve bunu yapanın Cehenneme gireceğini belirten sözleri sebebiyle olmalı, genellikle zanlılara minberinin yanıbaşında yemin ettirilirdi

Mescid-i Nebevi’den sonra ilk minber Mısır’da Amr Camii’ne konuldu. Ancak başlangıçtaki hükümranlıkla ilgili fonksiyonu sebebiyle olmalıdır ki Hz. Ömer (r.a.)’ın emriyle bu minber kaldırıldı. Hicri 132 yılından itibaren Mısır’da eyalet camilerine minberin konulmasıyla minber, bütün cuma camilerine yayıldı. Ahşap ve mermer işçiliğinin en güzel örneklerini teşkil edecek minberler yapıldı. Ahşap minberlerin en eski örneği Keyravan Camii minberidir. Kurtuba’daki Hakem II minberi kaynakların verdiği bilgilere göre çok değerliydi. Tekerlekler üzerinde yürütülebilen minberde Hz.Ömer’e ait bir Kur’an nüshası da bulunmaktaydı. Anadolu’da en eski minber Konya Alaaddin Camii’nin ahşap minberidir. Kendisinden sonrakilere örnek teşkil etmiştir. Selçuklu taş minberleri ise kötü tamirler sonucu özelliklerini yitirmişlerdir. Osmanlılar döneminde mermerden yapılan minberler yaygındır. Bitki motifleri ve geometrik şekillerle süslenen minberler camiin iç süslemesi ve mimari üslubuyla bir bütünlük arzetmektedir.

Günümüzde minberler beş, yedi, dokuz veya daha fazla basamaklı ölur. İmam, genellikle yedinci basamakta durur. Ancak bu durum, camiin ve dolayısıyla minberin büyüklüğüne göre değişir.

Mihrap nedir…?

Cami ve mescitler ile namazgahlarda kıble yönünde belirleyici mimari öğe. İmamın önünde durduğu bölüm. Genellikle etrafı çerçevelenmiş, duvarda küçük bir girinti biçiminde yapılmıştır

Kuran-ı Kerim’de Mihrap

Kur’an-ı Kerim’de mihrab sözcüğü ve çoğulu şu ayetlerde geçmektedir. Kudüs’te Mescid-i Aksa bünyesinde, Meryem’in barındığı bir bölme anlamında şöyle kullanılmıştır: Rabbi onu, güzel bir şekilde kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Onu Zekeriyya’nın himayesine bıraktı. Zekeriyya meryem’in bulunduğu mihraba her girdiğinde onun yanında yiyecek, rızık buldu. “Bu,.sana nereden geldi ey Meryem?” dedi”. Meryem; “O, Allah tarafındandır. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız bir şekilde rızıklandırır” (Ali İmran, 3/37).

Mihrabın nasıl yapılır?

Mihrab, günümüzde genellikle caminin kıble duvarı oyuk şekilde inşa edilerek ve çevresi de yazı veya diğer süs unsurları ile süslenerek yapılır. Çini, mermer veya ahşaptan yapılan ve değeri oldukça yüksek mihraplar vardır. Cami zemininden 15-20 cm. yüksek yapılanlarına da rastlanır.

Mihrabın tarihçesi

Mihrabın camilere günümüzdeki şekliyle girmesi Emeviler devrine kadar dayanmaktadır. İlk zamanlarda, yani; Peygamber döneminde kıble, mihrab ile değil, renkli bir çizgi veya üzerinde belirli işaretler bulunan bir taş levha gibi herhangi bir işaret ile gösterilmekteydi. Emeviler devrinde camilerin ayrılmaz bir unsuru olarak dini hayata giren mihrablar, Selçuklular ve özellikle Osmanlılar zamanında yapılan taş ve çini çeşitleriyle diğer İslam ülkelerinin hiç birinde görülmeyen bir değişiklik arzetmiştir. Bilhassa Bursa’daki Yeşil Camii’nin mihrabı, Selçuklular devrinde bile rastlanmayan bir zenginlik ve ve ihtişam gösterir. Ayrıca bu caminin çinili mihrabı kendi cinsleri arasında en büyük ölçüde yapılmış olanıdır.

Sözlükte “Mihrap” ne anlama gelmektedir?

1- Cami, mescit vb. yerlerde kabe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer.

2- Mecazumut bağlanan yer.

VAAZ  KÜRSÜSÜ  TARİHİ

VAAZ KÜRSÜSÜ

MAHFEL NEDİR…?

Camilerde etrafı parmaklıklarla çevrilmiş yahut yerden yüksek yapılmış olan yerin adı. mahfel de denir. Camilerde aynı zamanda binanın yüksekliğine göre ikinci bir mekan teminetmek ve duvar boşluklarına bir haerket vermek üzere,muhtelif cephelerine sütunlar üzerinde mahfeller yapılmıştır. Padişahlar için yapılmış olanlarına “Mahfel-i Hümayun” veya “Hünkar Mahfeli”, müezzinler için yapılmış olanlarına da “müezzin mahfeli” denmiştir

Hünkar mahfili veya mahfil-i hümayun: Padişahlar tarafından yaptırılmış ve selatin  adı verilmiş olan camilerde, padişahların namaz kılmaları için ayrılan yerin adıdır. Caminin yüksek yerine yapılır ve etrafı da kafesle kapatılırdı. İlk camilerde hükümdarlar için böyle bölümler görülmemektedir. Osmanlılar devrinde en kıymetli ve en güzel hünkar mahfeli, Bursa Yeşil Camidedir. Mimarisi, zeminden duvarlarına kadar olan nefis çinileri ve dış cephedeki eyvanı ile emsalsiz bir şaheserdir. Sultanahmed hünkar mahfeli de, oyma ve kabartma, süslemeli mermer korkuluklu, yeşil süslemeli mihrabı, duvar çinileri, sedefli kapılarıyla pek sanatkarane bir eserdir. Hünkar mahfelleri, son devir

camilerinde de türlü şekillerde yapılmış ve etrafı sanatkarane kafeslerle çevrilmiştir. Bu kafes penceresinin açılması, hükümdarın geldiğini bildirirdi.

Yeni Cami ile Sultan Ahmed Camiinde pek kıymetli kasırlar da yapılmıştır. Son asırlarda, bu kasırlar ve direkler çeşitli şekiller almıştır.

Müezzin mahfeli: Müezzinlerin, son cemaat yerlerinde, namaz kılanlara, imamın tekbirlerini tekrar ederek, cemaate uymalarını sağlamak için, caminin arka kısmında bulunan yerin adıdır.

Bilhassa büyük camilerde müezzinlerin vazife görmeleri için yapılan bu mahfeller binanın en elverişli yerine yerleştirilmiştir. Büyük camilerde, son cemaat yerindeki ve hatta dış (şadırvan) avlusundaki cemaate de imamın tekbirlerini duyurmak üzere cümle (giriş) kapısının yanlarında veya sermahfil de yapılmış olan cumba şeklindeki çıkıntılara damükebbrire  veya mükbire” yahut “mi’zene” adı verilir. Süleymaniye, Edirne Selimiye Sultanahmed camilerinde, mihraba yakın bir kısma sütunlar üzerine oturtulmuştur. Bazı camilerde, cümle kapısı önündedir.

SÖZLÜK ANLAMI NEDİR…?

1. Toplantı yeri.
2. Toplanmış kimseler.
3. Camilerde parmaklıkla ayrılmış yüksek yer.

RABLE

ALEM

Cami Alemi nedir ?

Cami Alemi nerden geldi. Türk-İslam sanatında cami, medrese, türbe gibi kubbeli yapıların, minare külahlarının, sancakların üzerine yerleştirilen tepelikler. Ayrıca bayrak, sancak, alamet ve bir kavim veya topluluğun tanınmış ve şöhretli kişileri için kullanılan bir tabirdir.

Araplarda sancak manasınadır. Umumiyetle altında toplulukların birleştiği alamet ve sancaklara, bu hususta kullanılan timsali işaretlere denir. En eski zamanlardan beri ordu ve asker topluluklarının bir işareti olmak üzere Alemler kullanılmıştır.

Türkler önceleri Alem olarak at kuyruğundan tuğlar, boynuz, kurt sureti ve hilal şekillerini kullanmışlardır.

Osmanlılarda alem aynı zamanda silah olarak kullanılan bir nevi balta ( teber )dır. Muhtelif şekilleri olur. Uçları dar yüzlü bir kama veya dört köşe bir süngü şeklinde mızrak gibi uzunca saplı bir silah olup, mızrak vazifesini de görür. Bunların bazılarının üzerinde Altın kakmalı yazılar ve süslemelere rastlanır. Yeniçeri ordusunda “sancak alemi” olarak da kullanılırdı.

Osmanlılarda beyaz, kırmızı, yeşil ve sarı olmak üzere muhtelif renkte bayrak yapılmış ve kullanılmıştır. Sancak karşılığı olarak da alem tabirini kullanmışlar ve sancağı taşıyanlara da alemdar demişlerdir. İlk Osmanlı bayrağı, Selçuklu Sultanı Alaeddin tarafından Osman Gaziye gönderilen Alemin beyaz renkte olmasından dolayı beyaz idi. Bu beyaz sancak, Osman ve Orhan Gazi zamanlarında kırmızı harb bayrağı kullanılmasına rağmen, Yavuz Sultan Selim devrine kadar muhafaza edilmiştir. Yeşil sancak ise, Fatih devrinde padişahın gemiye bindiği zaman geminin arkasına takılmak üzere kullanılırdı. Osmanlı bayraklarına hilal konması Orhan Gazi devrinde başlamıştır. Üç hilal ise, Fatih’in ilk sikkelerinde ve bundan sonraki yeşil sancaklarda kullanılmıştır. Ay yıldızın bayrağa konulması Sultan Üçüncü Selim zamanında olması kuvvetle muhtemeldir.

Cami, türbe, medrese, çarşı, imaret ve bunlara benzer dini ve içtimai binaların kubbeleri tepesine ve minare külahlarıyla, minberler ve şadırvanlar gibi mimari kısımlarının ahşap çatıları üstüne bazen süs bazen da mimari bir eleman olarak konulan tepeliklerdir. Bunlar düşey bir eksene geçirilmiş boncuk gibi yuvarlak şekilde bir kaç parçadan ve onların tepesine takılmış ay veya iki uçları dışarıya doğru kıvrılmış bir boynuz ve bunlara benzer şekillerle son bulan elemanlardır.

Alemler güzel görünmenin yanısıra mimari bir mecburiyetin neticesi olup, kurşun levhaların tepedeki birleşme noktasını örterler. Estetik açıdan da dikkati tepede toplayıp, sanki kubbe veya minare semaya yükseliyormuş gibi bir his verirler. Kubbe ve minarelerin Alemleri binanın büyüklüğüne uygun bir şekilde yapılır. Alemi meydana getiren parçalar aşağıdan yukarıya doğru küp, alt bilezik, Armut, boyun, üst bilezik ve ay gibi isimler alırlar. Alemlerin en çok dikkat çeken yeri ay kısmıdır. Bunların boynuz, hilal, nal, zombah, yaprak ve Mevlevi sarığı şeklinde olanları vardır

KÜNDEKARİ  NEDİR…?

Kündekârî tekniğinde bir ahşap iskelet üzerinde yan yana getirilen geometrik mahiyetteki ahşap parçalarla bunları birbirine bağlayan oluklu ahşap kirişler tutkal ya da çivi kullanılmaksızın iç içe geçirilmek suretiyle eser tamamlanır.Dolayısıyla iklim şartları ve zamanın getirdiği eskime ile bu parçalar kuruyup ufalsa da yerinden düşüp ayrılmaz.Bu tekniğe “kündekârî” diyoruz. Günümüze kadar korunarak gelmiş ahşap minberler içinde kündekârî tekniğiyle yapılmış kıymetli örnekler vardır.

Konya Alâeddin Camii’nin Ahlatlı bir ustaya ait 1155 tarihli, Siirt Ulucamii’nin Abdülfettah isimli bir ustaya ait 1191 tarihli, Divriği Ulucamii’nin Tiflisli Ahmed’e ait 1241 tarihli minberleri bunlar arasında sayılabilir. XII-XIV. yüzyıllara ait Alâeddin Camii, Malatya ve Kayseri Ulucamii ile Ankara Aslanhane Camii minberleri, Birgi Ulucamii pencere kanatları,

Ankara’daki HACI Bayram Türbe kapısı ile Ahî Şerefeddin sandukası da Anadolu’daki Türk ahşap işçiliğinin derin oyma tekniğindeki en eski ve nefis örnekleri arasındadır. yıldız parçalarını birbirine bağlayan çıtaların çivilerle zemine monte edildiği bir yalancı kündekârî ile kündekârî görünümlü ancak tüm parçaların oyularak tek zeminde oluşturulduğu kabartmalı bir başka yalancı kündekârî daha söz konusudur. Ancak bu türden eserler zaman içindeki ısı ve rutubet değişikliklerinin, sıcaklık ve soğukluk farklarının ahşapta oluşturduğu hareketlenmeye dayanıklı değildirler

Kündekâr : Ağaç oymacısı , sedefçi , kündekârî ustası

CAMİ

Camiler; ibadet etme, Allah’ı anma, eğitim-öğretim, birlik ve dirlik, huzur ve sükûn mekânları olmalarının yanında insanların buluşma noktasıdır. Bu itibarla dinimiz; camilere büyük önem vermiştir. Yüce Rabbimiz, “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin” buyurmaktadır.
Allah’ın evi kabul edilen camiler, İslâm’ın alâmeti sayılmıştır. Bir yerden bir yere giderken gördüğümüz minareler veya camiler, bulunduğu yer halkının Müslüman olduğuna işarettir. Sevgili Peygamberimiz (sav), yeryüzünde Allah’a en sevimli yerlerin camiler olduğunu bildirmiştir.

Osmanlı, camilere önem vermiştir. O kadar çok önem vermiştir ki bu ibadet mahallerini üçe ayırmıştır. Bunlar selâtin camii, camii ve mescid’tir. Selâtin Camii tabiri bugün pek kullanılmıyor, genç nesiller bilmiyor. Şimdi mescide bile cami deniyor maalesef.

Selâtin Camii, Osmanlı sultanları ve ailesi tarafından yaptırılan ve ”Sultan Camileri” anlamına gelen bir tabirdir. Selâtin camilerinin ilki, Fatih Camisi’dir. 1467 yılında başlanan ve 1470 yılında tamamlanan cami, Atik Sinan tarafından yapılmıştır. Selâtin camileri, hep bir külliyenin parçası olmuştur. Külliyelerin içinde hanlar, hamamlar, medrese ve imarethaneler vardır. Bütün bunlar toplumsal odaklı hizmetlerdir. Fatih, kendi camisini yaptırdığı zaman oradaki yerleşimi de artırmak istemiştir.

Bu kadar çok önem verdiği camilerde önemli şifrelere de yer vermiştir Osmanlı. Bu şifreleri bilme ve bunları gelecek nesillere aktarma bizim de görevimiz olmalıdır.

Camilerde bulunan bölümler ve bunların anlamlarını şu şekilde sıralayabiliriz.

Mihrap: Kıble istikametini gösteren ve imamın cemaat önünde durarak namaz kıldırdığı yere denir. Mihraplar genellikle oyuk bir hücre şeklinde yapılırlar.

Minber: Hatibin çıkıp hutbe okuduğu merdivenli yüksek kürsüye denir.

Kürsü: Vaizlerin oturmasına mahsus, üstüne birkaç basamaklı bir merdivenle çıkılan seyyar veya sabit sedire denir.

Minare: Caminin bitişiğinde, ezan okumak ve ezanı civara duyurmak için ince bir kule şeklinde bir veya birkaç şerefesi bulunan yüksek yapılardır. Kürsü, pabuç, gövde, şerefe, petek, külah ve âlem kısımlarından oluşur minareler.

Mahya: Kandillerde iki minare arasına gerilen ışıklı yazılardır.

Hilal: Atalarımız, Hilâli camilerdeki “kubbe”lerin ortasına veya “minarelerin alemleri”ne dikmişlerdir ki; burasının bir “İslâm diyarı” olduğu anlaşılsın!..”Hilâl”, aslında bir “mühür”dür!.. Evet, İslâm’ın bir mührü!

Hilal şeklinden dolayı değil, isminden dolayı İslami bir semboldür. İsmi de ALLAH (C.C) anlamına gelmektedir. Arapça olarak Hilal yazarken Allah (c.c) isminin harflerini kullanırız.

Yıldız; Hilalin kucağına bir anne şefkatiyle oturan Yıldız, anlamını isminden değil şeklinden almıştır. Yıldız, Arapça Muhammed yazısının şeklini meydana getirmektedir.

Hilal ALLAH (c.c) inancını, Yıldız, Peygambere bağlılığı ifade etmektedir. Ay yıldızlı bayrağımızın anlamı da Allah (cc) ve Muhammed (sav)’i temsil etmektedir.

Alem; Minare külahlarının üzerine yerleştirilen tepeliklerdir. Alemi meydana getiren parçalar küp, alt bilezik, armut, boyun, üst bilezik ve ay’dır.

Şerefe: Minarelerde müezzinlerin ezan okumaları için yuvarlak balkon tarzında yapılmış olan yerlerdir.

Osmanlı camilerinin bir başka genel özelliği de 3 kapılı olmasıdır. Cümle, Mana ve Sacidler Kapısı olarak adlandırılırlar.

Atalarımız fethettikleri yerlerde cami, külliye veya bir şifahane yapıp gitti. Ecdadımız, kendi devirlerinin kültürünün gerektirdiği müesseseleri kurdular. İnsan nerde neyi tahsil ederse etsin ama Rabbiyle her zaman irtibatlı olsun diye camisiz yer bırakmadılar. Zira camisizlik, cemaatsizlik; cemaatsizlik de, Allah’tan uzaklaşma demektir. Bu sebeple ecdadımız, yapılan her müessesenin yanına bir de cami yapmıştır. Bunu Avrupa içlerinden ta doğunun en ücra köşesi olan yerlere kadar taşıdılar.

Şimdi biz yeni nesillere aldığımız emaneti korumak ve daha da ileri götürmek vazifesi düşmektedir.

Yorum yapın