Anasayfa » Ders verici Hikayeler » YAVUZ SELİM HAN VE ŞAH İSMAİLİN İBRETLİK KAPIŞMASI ..GÜZEL BİR HİKAYE

YAVUZ SELİM HAN VE ŞAH İSMAİLİN İBRETLİK KAPIŞMASI ..GÜZEL BİR HİKAYE

Savaşın gerçeğinde olduğu kadar stratejik bir oyunu olan satrançta da usta olan Yavuz Sultan Selim Han, henüz şehzâde iken İran Şah’ı Şah İsmail Safevî’nin çok iyi bir satranç ustası olduğunu duyar. Şehzadeliğinde bile rakip kabul etmeyen fıtratı, O’nu tâ Acem Diyarı’na, bu kudretli rakibiyle müsabakaya sevk eder. Üşenmez kalkıp gider. Lakin bir derviş kıyafeti ve kisvesiyle. Kendisini saklamak istemektedir ve bunun da elbette sebepleri vardır. Kollarını yırttığı eski bir derviş elbisesini giyerek, alır sırtına bohçasını, düşer yollara. Göğsüne de kocaman bir geçici dövme yaptırır. Tıpkı o dönemde birçok dervişin yaptırdığı gibi. Gece gündüz yol alır İran çöllerinde.
Nihâyet göğsünde dervişlik nişânı, üzerinde bir hırka, sırtındaki heybede bir lokma, Acem topraklarındadır. Önce bir handa kalır birkaç gece. İran’da satranç çok meşhurdur ve neredeyse bu oyunu bilmeyen yok gibidir o dönemde. Yavuz Selim Han, handa kalan diğer yolcularla da satranç oynar ve karşısına çıkan herkesi kolaylıkla mağlup eder. Bu hâl, hancının dikkatini çeker. Kimsin? Necisin? Nereden gelir nereye gidersin? Suallerinden sonra, bu Osmanlı dervişinin şânı, kulaktan kulağa yayılmaya başlar. Mısır’daki sağır sultanın duyduğu haber, Şâh’ın sarayında da duyulur.
Kendisi de çok iyi bir satranç ustası olan Şah İsmail, bu hususta rakibi olmasına tahammül edemez ve emreder, hattâ haykırır:
– Derhâl ve behemehâl o dervişi huzuruma davet edesüz. Görelim ki kâmeti kıymeti ve dahi mahâreti, rivâyet edildiğü vechile midür. Bir de biz tecrübe edelüm.
Yavuz Selim Han saraya davet edilir. Zaten Yavuz’un maksadı da budur: Şah İsmail’le savaş meydanlarında kapışmadan evvel satranç tahtasında kapışmak.
Şah’ın huzuruna çıkan Yavuz Selim Han, evvelâ küçümseyici bir tavırla baştan aşağı süzülür Şah İsmail tarafından. Ne de olsa basit bir derviş görünümündedir her şeyiyle. Şah İsmail satranç diliyle sorar:
-Bre derviş! Sen misin Şahın karşısına vuruşmak için rakip diye çıkacak piyade.
Yavuz Selim Han’ın cevabı da yine satranç diliyle olur:
-Bazen bir piyade dahi mat eder şâhı bu devranda bilmez misin ey hükümdar.
Kısa fakat dostça bir muhabbetten sonra müsabaka başlar. Sarayın devâsâ salonunda nefesler tutulur. Kelimeler yutulur. Lakin Yavuz Selim Han çok kısa bir süre içinde mat olur.
Bu durum câlib-i dikkattir zira, şânı saraya bir anda duyulan dervişin bir anda mat olması… Vardır muhakkak bir açıklaması.
Şehzade Selim elbette kasıtlı olarak mağlûp olmuştur rakîbine. Evvelâ bir tanımak ve tartmak ister düşmanını. Metodu nedir, tarzı, tavrı, telakkîsi nicedir. Bundan sonra yapacağı hamle ona göredir.
Şah İsmail, rakîbinin bu kadar kısa süre içinde mağlup olmasına bir anlam veremez. İçten içe de şüpheye düşer. Bu işte bir oyun olduğunu sezer ve tekrar oynamayı teklif eder.
Taşlar yeniden dizilir ve ikinci müsabaka başlar. Bu defa da çok kısa bir sürede Şah İsmail mat olur. Hem de az önce rakîbinin mat olduğu gibi değil. Seçimsiz ve çaresiz bırakılarak, ezici ve dâhî bir kudret karşısında çok kötü bir şekilde mat olur. Şimdiye kadar hiç olmadığı bir biçimde, zavallıca mat olur. Koca bir kaplanın pençesindeki küçük bir sıçanın çaresizliğiyle mat olur bu küçümsediği derviş karşısında. Öfkelenir. Ve bu öfkeyle gürler birden rakîbine:
– Bre Derviş! Hiç Şahlar mat edilir mi?
Elinin tersiyle de bu garip dervişe bir tokat aşkeder. Yavuz Selim Han, ne bu tokadın ne de bu suâlin altında kalmamalıdır. Cevap verir:
-Şahların mat edilmeyeceği danışıklı dövüşünü bilseydim, elbette benim dahi tavrım ona göre olurdu.
Tokadın cevabını ise birkaç yıl sonra verecektir. Bu tokadı unutmamak için kulağına bir küpe takar. (Kulağına küpe olsun, deyimi buradan gelir) Şah İsmail mat olmuştur. Kızar, öfkelenir, köpürür lâkin hakperesttir.
-Verin şu küstah dervişe bir kese altın, uzaklaşsın buradan.
Şah İsmâil, hâlâ O’nun Yavuz Sultan Selim olduğunu anlamamıştır. Yavuz Selim, altın kesesini alır ve Şah İsmail’in sarayını terk eder. Lakin şahı mat ettiği büyük salonun devâsâ kapısından çıkmadan önce geriye doğru döner ve tahtında oturan Şah İsmail’e şu şiirini okur:
Sanma şâhım / herkesi sen / sâdıkâne / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sâdıkâne / belki ol / âlemde / serdâr olur
Yâr olur / ağyâr olur / serdâr olur / dildâr olur
Yâvuz Sultan Selim’e âit olan bu kıta O’nun ne yüce bir şâir ve ne büyük bir dâhî olduğuna en bâriz bir remizdir. Zira mısralar soldan sağa da okunsa, yukarıdan aşağı da okunsa aynıdır. Divan edebiyâtında buna Vezn-i Âher denir. Ve bu tarzda yazılan ilk kıta da budur. Yani Dîvan Edebiyâtı, Vezn-i Âher gibi bir cevheri, Yavuz Sultan Selim Han sayesinde kazanmıştır vesselâm. Biz hikâyemize dönelim.
Şehzâde Selim, Şâhın verdiği bir kese altunu, Tebriz’de şehrin taç kapısına yakın büyük bir çınar ağacının altına gizlice gömer. Ve Tebriz’i terk eder.
Aradan yıllar geçer. Yavuz Selim, Padişah olur. Ve İran üzerine bir sefer düzenler. Çaldıran ovasında iki güçlü Şah karşılaşır. Yıllar önce Tebriz’de bir satranç tahtasında karşı karşıya gelen iki şah, bu gün gerçek bir savaş meydanında ordularıyla, canlı birer satranç taşları gibi dizilmiş, birbirlerinden ilk hamleyi beklemektedirler. Yavuz Sultan Selim Han yıllar önce haksız yere yediği tokadın acısını hâlâ unutmamıştır. Ve işte bu gün o tokadın bedelini ödetme zamanıdır. Kıran kırana bir savaş olur. Çaldıran ovasında o gün, insanın başını ağrıtacak derecede bir kan kokusu hâkim olmuştur havaya. Ve netice: Et meydanına dönmüş alanda skor tablosu 2-1 i gösterir. Şah İsmail ikinci defa mat olmuştur. Hem de bir daha ayağa kalkamayacak şekilde. Tam bir mat.
Yıllar önce kulağına takılan küpenin artık çıkarılma zamanı gelmiştir. Oyunda da gerçekte de mat ettiği şaha da, son darbeyi, gönderdiği mektuptaki şu cümlelerle vurur: “Ben sana Çaldıran’da mat olacağını, yıllar önce Tebriz Sarayı’nda, satranç tahtasında gösterdim. Lâkin sen basîretsiz bakışınla, karşında sadece basit bir derviş ve basit bir oyundan başka bir şey göremiyordun.” Şah İsmail Yavuz’un mektubunu okurken, okuduğu her bir cümle, bir hançer darbesi gibi iner göğsüne. Ve mektup şu cümlelerle son bulur:
-Tebriz Sarayı’nda mat olduğu bir dervişe tokat atmak erlik değildir. Atacaksan tokadı böyle atacaksın.
… İstanbul’da bir söylenti kulaktan kulağa dalga dalga yayılmaktadır. Rivâyete göre Yavuz, henüz şehzade iken Tebriz’e gitmiş ve satrançta Şah İsmail’i yenmiştir. İşte yıllar sonra Çaldıran zaferi nihâyetinde Tebriz’i terk ederken Sultan Selim Han, yanındaki silahtarına şöyle der:
-Bak a Silahtar Ağa, gidip şol çınarın altındaki toprağı kazasun. Ne bulursan hepsi dahi senindir.
Silahtar Ağa çınarın dibini kazdığında çürümüş bir kese ve içinde çil çil İran altunları bulur. Anlaşılır ki Yavuz Selim Han şehzâde/piyâde iken dahi Şah’ı mat etmiştir.

Yorum yapın