Anasayfa » Allah Dostları » SAİD NURSİ HAYATI ESERLERİ VE TÜM BİLİNMEYENLER

SAİD NURSİ HAYATI ESERLERİ VE TÜM BİLİNMEYENLER

imgresSaid Nursi
Said Nursî (d. 5 Ocak – 12 Mart 1878, Hizan, Bitlis, Osmanlı Devleti[3] – ö. 23 Mart 1960, Şanlıurfa, Türkiye) İslam âlimi, Risale-i Nur Külliyatı’nın yazarı ve Risale-i Nur hareketinin kurucusu. Medrese hocası Molla Fethullah Efendi tarafından verilen Bediüzzaman (Zamanın en iyisi) lakabı[4], zamanla ismiyle beraber anılarak Bediüzzaman Said Nursî olarak söylenmiştir.

ANSİKLOPEDİ

Bediüzzaman Said Nursi 1873’de
Bitlis’in Hizan kazasının Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza, anasının adı Nûriye’dir. Said Nursi, kendi hayatını ikiye ayırır. Nur risalelerini yazmaya başladığı 1926’ya kadar kendini “Eski Said” olarak görür. Daha sonra “Yeni Said” dönemi başlar. 9 yaşında din eğitimine başlayan, 21 yaşındayken “Bediüzzaman” (çağın güzelliği) ismiyle anılan Said Nursi, gençlik yıllarında belinden hiç eksik etmediği hançeri ve tipik
Kürt giysileriyle din adamından çok savaşçıyı andırıyordu. Nitekim bu yıllarda tam bir dava adamıydı.

Önce
II. Abdülhamit’e başvurarak
Van’da bir üniversite kurmasını istedi. Ancak kendisini akıl hastanesinde buldu. O da
Selanik’e gidip
İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişki kurdu.

İttihatçılardan uzaklaşıp İttihadı Muhammedi partisinin kurucuları arasında yer alan Said Nursi,
31 Mart Olayı’na karışmaktan idamla yargılanıp beraat etti.
Türk Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.
1925’teki
Şeyh Said Ayaklanması nedeniyle hakkında soruşturma açılan, ardından

Isparta’nın
Barla nahiyesine sürülen Said Nursi için artık yeni bir dönem başladı.

Peşpeşe gelen sürgünlere, mahkemelere rağmen Said Nursi, politikaya fazla bulaşmamaya çalışıp, kendini halkın, kaybolmaya yüz tuttuğunu düşündüğü imanını yeniden kuvvetlendirmeye adadı. Bunun sonucunda Risalei Nur külliyatı ortaya çıktı.

Said Nursi
23 Mart

1960’da Urfa’da öldü ve Halilürrahman Camii’ne defnedildi. Fakat
27 Mayıs 1960 darbesinde sonra askerler onun naaşını alıp askeri bir uçakla
Isparta’ya götürdü. O gün bugündür nerede gömülü olduğunu çok az kişi bilmektedir.

Bediüzzaman
Çocukluk yıllarını, dokuz yaşına kadar, anne ve babasının yanında geçiren Said Nursi, keskin zekası, harikulade hafızası ve üstün kabiliyetleriyle çok küçük yaşlardan itibaren dikkatleri üzerinde toplamıştır. Normal şartlarda yıllarca süren klasik medrese eğitimini kısa bir zamanda tamamlamıştır. Gençlik yıllarını alabildiğine hareketli tahsil hayatı ile değerlendirmiş; ilimdeki üstünlüğünü, devrinin ulemasıyla çeşitli zeminlerde yaptığı münazaralarda fiilen ispatlamıştır.

Said Nursi 15-16 yaşına kadar Doğu vilayetlerindeki muhtelif yerlerde resmi ve ilmi şahsiyetlerle beraber olmuş, onlarla birçok meselede, bilhassa dini meselelerde mütalaalarda ve münazaralarda bulunmuş, birçok kaynak eseri tetkik ederek eğitimini tamamlamıştır. Bu yaşlardayken, geldiği Van’da on beş sene gibi bir müddetle halkın eğitimine ehemmiyet vermiş, bu maksatla halk arasında seyahatlerde bulunmuştur. Bu arada fizik, kimya, astronomi, felsefe, matematik, tarih ve coğrafya gibi birçok ilmin esaslarını çok kısa bir zamanda elde etmiştir. Böylece dinde ve fen ilimlerinde yaptığı bütün münazaralarda devrinin o bölgedeki alimlerini hayrette bırakan genç Said, “çağın eşsiz güzelliği” manasına gelen Bediüzzaman lakabı ile anılmaya başlanmıştır. 1896 yılında ilk ve 1907 yılında ikinci defa İstanbul’a geldi.

1909 yılının sonlarına kadar İstanbul’da kalan Said Nursi burada yaptığı münazara ve konuşmalarda da kısa sürede ilim çevrelerine kendisini kabul ettirmiştir. Meşrûtiyetin ilanı esnasında İstanbul’da bulunan Said Nursi, meşrûtiyete İslamiyet adına sahip çıkmış; meydanlarda verdiği nutuklar, cemiyet faaliyetleri ve gazetelerde neşrettiği yazılarıyla halkın hürriyet ve meşrûtiyeti doğru olarak anlamasına gayret göstermiştir. Selanik Hürriyet Meydanında nutuk vermesi, şark vilayetlerine çektiği telgraflar vasıtasıyla hürriyet ve meşrûtiyeti anlatması, İstanbul’daki 20.000’e yakın hamallık ve işçilik yapan şarklı hemşehrilerinin ayaklanmalarını güzel bir konuşma ile yatıştırması, 31 Mart Olayında askerlerin isyanını bastırmak için konuşmalar yapması bunlardan birkaçıdır. Bu çalışmalarıyla birlikte, meşrûtiyet ve hürriyeti “meşrûtiyet-i meşrua” ve “hürriyet-i şer’iye” manası ile yerleştirmeye gayret gösteren Said Nursi, ittihad-ı İslam düşüncesinin yayılması için çalışmıştır.

1909’da patlak veren

31 Mart Olayında yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, haksız ithamlarla Sıkıyönetim Mahkemesine o zamanki adıyla Divan-ı Harb çıkarılmış, ancak beraet etmiştir. Bundan sonra, İstanbul’da daha fazla kalmamış ve 1910 yılı başında tekrar Van’a dönmüştür. Oradan da Mart 1911’de Şam’a giderek, İslam ittihadı fikrini bütün Müslümanlara yerleştirmek için gayret göstermiştir. Şark vilayetlerinde kurulmasını istediği üniversite için yardım istemek üzere tekrar aynı günlerde İstanbul’a dönmüştür. İsteği kabul edilen Said Nursi, tahsisatı da alarak 1912’nin sonlarına doğru tekrar Van’a döndü. Van Gölü kenarındaki Edremit’te üniversitenin temelini atmışsa da, patlak veren Birinci Dünya Harbi sebebiyle bu teşebbüs yarım kalmıştır. Talebeleriyle birlikte gönüllü milis alayı teşkil ederek cepheye koşan Said Nursi, vatan müdafaasında çok büyük hizmetler görmüştür. Savaşta birçok talebesi şehid olmuş; kendisi de Bitlis müdafaası sırasında yaralanarak Ruslara esir düşmüştür. Yaklaşık üç yıl Rusya’da esaret hayatı yaşadıktan sonra fevkalade hayret verici şekilde firar ederek, Petersburg, Varşova, Viyana ve Sofya yoluyla Haziran 1918’de tekrar İstanbul’a dönmüştür.

İstanbul’a üçüncü gelişinde ilim çevrelerince büyük bir teveccühle karşılanan Said Nursi, dört yıl kadar burada kalmıştır. Gelir gelmez Mehmed Âkif, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi Yazır gibi devrin meşhûr şahsiyetlerinden müteşekkil bir İslam akademisi mahiyetindeki “Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye” üyeliğine tayin edilir. Bir taraftan Anadolu’daki Kuva-i Milliye hareketini desteklerken, diğer taraftan İstanbul’u işgal eden kuvvetlere karşı da cesaretle mücadele eder. İstanbul’un işgal edilmesinden sonra İngilizler tarafından ölüm emri çıkarılmasına rağmen, o cesaretle çalışmalarına devam etmiştir. Bu faaliyetleri Anadolu’da kurulan Millet Meclisi tarafından takdirle karşılandığı için Mustafa Kemal tarafından ısrarla Ankara’ya davet edilmiştir. Birçok defa Ankara’dan yapılan bu davetlere, “Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum; siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” diyerek icabet etmemiş; araya çok yakın dostlarının da girmesiyle ve vazifesini önemli derecede yerine getirdiği inancına sahip olduktan sonra Ankara’ya gitmeyi kabul etmiş, meclisin açılışında bulunmuştur. 1923 yılı ortalarına doğru da Van’a dönmüştür.

Şeyh Said İsyanıyla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Said Nursi isyan sonrasında ikamet ettiği uzlethanesinden alınarak
Burdur’a, oradan da 1925-1926 yıllarında
Isparta’nın
Barla nahiyesine götürülmüştür. Burada “manevi cihad” hizmetini başlatmış ve telif ettiği eserleri yazmaya başlamıştır.

Doğru dürüst yolu bile bulunmayan küçücük bir kasaba olan Barla’da başlattığı hizmetin halka mal olması, devrin idarecilerini rahatsız ettiğinden 1935’te Eskişehir, 1943’te Denizli, 1947’de Afyon, 1952’de de İstanbul mahkemelerine çıkarılmıştır. Ayrıca muhtelif sürelerle Kastamonu, Emirdağ ve Isparta’da, sıkı takip altında mecburi ikamete tabi tutulmuştur.

Cumhûriyetin ilanıyla birlikte başlayan işkenceli, sıkıntılı ve çileli bir hayattan sonra 1960’ın baharında Urfa’ya dönen Said Nursi, 23 Mart 1960 (H.1379)ta Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Urfa’da defnedildi. Bugün kabri bilinmemektedir.
Eserleri:
Sözler, Lemalar, Şualar, Mektubat, İşaret’ül-Îcaz gibi eserleri olup, bunların hepsi Risale-i Nur Külliyatı adı altında toplanmıştır.

Kronoloji

1878 –
Bitlis’in
Hizan İlçesine bağlı
İsparit Nahiyesinin Nurs Köyünde dünyaya geldi.
1888 – Medrese eğitimini tamamladı.

1894 –
Van’a giderek orada coğrafya, matematik, jeoloji, fizik ve kimya gibi müsbet ilimleri öğrenmeye başladı. Kendisine Bediüzzaman lâkabı verildi.

1907 – Eğitimle ilgili islam ve bilimi eksen alan projelerini padişaha sunmak üzere
İstanbul’a geldi. Van’da kurmayı planladığı Medesetül Zehra padişah tarafından kabul gördü ve ödenek ayrıldı.

1909 – İttihad-ı Muhammedi Fırkası (Fırka-i Muhammediye)kuruluşunda kurucu üye olarak yer aldı.

1909 –
31 Mart Olayı sebebiyle Divan-ı Harp Mahkemesinde yargılandı.
1911 – Şam Emeviye Camii’nde büyük bir hutbe okudu. Bu hutbe daha sonra Hutbe-i Şamiye adıyla kitaplaştırıldı. Münâzarat ve Muhakemât gibi eserlerini telif etti.
1915 – Birinci Dünya Savaşı’na katıldı.
1916 – Bitlis savunması esnasında yaralanarak Ruslara esir düştü.
1918 – İki buçuk yıl süren esaretten, bir Rus askerin yardımıyla firar etti. İstanbul’a geldi. Devrin tek İslâm Akademisi olan “ Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye”ye üye oldu.
1919 – 19 Ocak 1919’da Mustafa Sabri, İskilipli Mehmet Atıf Hoca, Ermenekli Saffet efendi gibi din ve eğitimcilerle birlikte Müderrisler Cemiyetinin kuruluşuna üye olarak katıldı.
1919 – Mesnevî-i Nuriye adlı eserini yazmaya başladı.
1920 – İstanbul’un İngilizler tarafından işgali üzerine Hutuvât-ı Sitte adlı bir eser yayınladı. Bu eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüm cezasına mahkûm edildi.
1922 – Zaferden sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Ankara’ya TBMM’ye dâvet edildi. Burada mebuslara hitaben bir beyannamede dinden uzaklasmaya karşı çıktı.
1923 – Ankara’yı terkederek talebe yetiştirerek münzevi bir yaşam sürmek üzere Van’a yerleşti. Öğrencilerine ders vermeye başladı. Erek Dağı’nda iki senesini geçirdi.
1925 – Şeyh Said İsyanı’ndan sonra Burdur’a sürüldü ve Burada Nur’un İlk Kapısı isimli eserini yazdı.
1926 – Barla’ya sürüldü. Burada Risale-i Nur’u telife başladı. Sözler ve Mektubat’ın tamamı, Lemalar’ın da büyük bölümünü burada yazdı.
1934 – Barla’dan Isparta’ya sürüldü.
1935 – “Gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” iddiasıyla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde aleyhinde dâvâ açıldı ve mahkeme neticesinde Tesettür Risalesi’nden dolayı 11 ay hapse mahkûm edildi. 120 öğrencisiyle birlikte Eskişehir Hapishanesinde tutuklu kaldı ve orada tecrid altında tutuldu.
1936 – Hapis cezasının bitiminden sonra 7 yıllığına Kastamonu’ya sürüldü.
1943 – 126 talebesiyle birlikte tekrar “rejimin temel düzenini yıkmak” suçundan tutuklanarak Denizli Hapishanesine sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı.
1944 – 9 aydan sonra Emirdağ’a götürüldü ve burada zorunlu ikâmete mahkum edildi.
1948 – Aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak 54 talebesiyle birlikte Afyon Hapishanesine sevk edildi. Yaklaşık 20 ay hapiste kaldı. Buradan tekrar Emirdağ’a götürüldü.
1952 – Gençlik Rehberi eseri hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul’a geldi ve bu davadan beraat etti.
1953 – Emirdağ’a döndü. İkinci defa İstanbul’a geldi ve üç buçuk ay burada kaldı. Bundan sonraki hayatı genellikle Emirdağ ve Isparta’da geçti.
23 Mart 1960 – Şanlıurfa’da vefat etti.(Şu an mezarının nerede olduğu tam olarak bilinmemektedir.)

Fikir ve Eserleri
Said Nursî bir eserinde kendi hayat tarzını şöyle özetlemiştir: ” Kur’ân-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir.” Bu bakış açısına göre insan, Allah’ı ve İslamiyet’ı tanımak ve O’na iman ve ibadet etmek için yaratılmıştır. İlim, meşruiyet, hürriyet, dürüstlük, ümit, çalışmak, sebat gibi faziletler ise, İslam çerçevesi içinde insanın hayatına anlam veren değerlerdir. Ona göre bunlar hem dünya, hem de âhiret saadeti açısından insanın olmazsa olmaz gerçekleridir. Bu sebeple 6000 sayfayı aşan eserlerini din, iman ve fazilet üzerinde yoğunlaştırmıştır. Said Nursî, inançsız insanlara ve din dışı fikirlere özellikle dikkat çekmiş ve talebelerine ve insanlara bunlardan uzak durması ve mücadele etmesi hakkında devamlı telkinlerde bulunmuş ve yönlendirmiştir.

Hayatının ilk dönemlerinde Bitlis ve Van yörelerinde yaşamış olmasına rağmen, Osmanlı yönetimini ve dünyayı yakından takip etmiştir. Eğitimin yeterince dine ağırlık vermediği konusundaki düşüncelerini Sultan Abdülhamid’e arz etmek üzere İstanbul’a gelmiş, fakat ciddiye alımadığından geri gönderilmiş, aynı teklifi daha sonra Sultan Reşad’a götürmüş, Doğu Anadolu’da Medresetü’z-Zehra adında hem dinî hemde müspet yani pozitif ilimlerin okutulmasını düşündüğü bir medrese kurmak için hazineden ödenek ayrılmasını önermiş ancak medrese kurulmadan ülke Atatürk’ün önderliğinde Milli Mücadele ortamına girmiştir.

“İstibdâdın her nevine karşıyım. Onu nerede görürsem tokadımı vururum. Bence istibdâdın en kötüsü ilme yapılan istibdattır. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. İman ne kadar gelişirse hürriyet de o kadar parlar. İşte asr-ı saadet!” sözleriyle dini ve milli hürriyete olan büyük sevdasını ifade etmiştir. Birinci Dünya Savaşında esir düşerek iki buçuk yıl Rusya’da esaret hayatı yaşamıştır.

Daha sonra İstanbul’un işgalinde işgalci güçlere karşı mücadele ederek ilim adamlarını ve halkı uyarmıştır. İstanbul âlimlerinin Kuva-yı Milliye ve Kurtuluş Savaşı aleyhinde verdiği fetvayı, “İşgal altındaki bir yerde bulunan sorumluların verdiği fetva irade özgürlüğü bulunmadığı için mualleldir (sakat ve tutarsızdır)” gerekçesiyle karşı çıkmıştır.

1922 yılının sonunda Ankara’ya gelmiş ve daha sonra mebuslara hitaben bir bildiri yayınlayarak yeni Türkiye’nin şekillenmesinde dini dinamiklerin ihmal edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.

Hayatını üç döneme ayırmıştır: Doğumundan Risale-i Nur’u telif etmeye başlama tarihi olan 1926 yılına kadarki hayatını Eski Said, bu tarihten 1950’ye kadar olan kısmını Yeni Said, 1950’den sonraki hayatını da Üçüncü Said diye adlandırmıştır. Bu ayrımları fikri bir değişiklik değil metod değişikliği olarak tanımlamıştır.